Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki’nin açıklaması
20. yüzyıl, yüz milyonlarca insanın hasta ve totaliter ideolojiler adına çektiği akıl almaz acılara ve ölümlere sahne oldu. Nazizm, faşizm ve komünizmin yol açtığı ölümlere tanık olan bizim kuşağımız için bu suçların failinin kim olduğu ve insanlık tarihinin en kanlı çatışması olan II. Dünya Savaşı'nı hangi ittifakın başlattığı aşikardır.
Ne yazık ki, bu trajik olayların üzerinden zaman geçtikçe, çocuklarımız ve torunlarımız bu olaylar hakkında daha az bilgi sahibi olmaktadır. Bu yüzden de II. Dünya Savaşının failleri ve kurbanları hakkındaki gerçekleri yüksek sesle dile getirmeye ve tarihi çarpıtmaya yönelik tüm girişimlere karşı çıkmaya devam etmemiz büyük önem taşımaktadır.
Savaşın ilk kurbanı olan Polonya için bunun ayrı bir önemi bulunmaktadır. Nazi Almanya’sının ve Sovyet Rusya'nın saldırılarının ilk hedefi olan ülkemiz, özgür Avrupa'nın müdafaası için savaşan ilk ülke olmuştur.
Kötülüğün güçlerine karşı gösterilen bu direniş, Polonya’nın kahramanlığının bir hatırası olması yanında çok daha önemli bir anlam ifade etmektedir. Bu direniş, iki totaliter rejime karşı savaşan, şimdiki özgür ve demokratik Avrupa'nın mirasıdır. Bugün, bazıları kendi siyasi amaçları doğrultusunda bu dönemin hafızasını yok etmek isteseler de, Polonya bu gerçekleri savunmak durumundadır. Bunu da kendi çıkarları için değil, Avrupa'yı tanımlayan değerler uğruna yapmalıdır.
23 Ağustos 1939'da imzalanan Molotov-Ribbentrop anlaşması bir “saldırmazlık paktı” değil, Avrupa'yı Polonya’nın üç nehri- Narew, Vistula ve San- üzerinde oluşturulan sınır hattı boyunca iki etki alanına bölen siyasi ve askeri bir ittifak idi. Bir ay sonrasında, 28 Eylül 1939 tarihinde imzalanan "Alman-Sovyet Sınır ve Dostluk Paktı" ile de bu sınır hattı Bug nehrine taşındı. Bu anlaşma, ilerleyen yıllarda bu hattın her iki tarafında işlenecek olan akla hayale sığmaz suçlar için adeta bir başlangıç niteliğindeydi.
Hitler ve Stalin arasındaki ittifak hemen yürürlüğe girdi: 1 Eylül 1939'da Nazi Almanya’sı Polonya'yı batı, güney ve kuzeyden işgal etti. 17 Eylül 1939'da ise SSCB işgale katıldı ve Polonya'dan doğudan saldırdı.
22 Eylül 1939'da Brest-Litovsk'ta Nazi Almanya’sı ve Sovyet Rusya'nın bağımsız Polonya'ya karşı kazandığı ortak zaferin kutlandığı büyük bir askerî geçit töreni düzenlendi. Bu tür geçit törenleri saldırmazlık paktı tarafları tarafından düzenlenmez, ancak müttefikler ve dostlar tarafından düzenlenir.
Hitler ve Stalin'in durumu da zaten böyle idi- uzun zamandır sadece müttefik değil, aynı zamanda dosttular. Dostlukları o kadar ilerlemişti ki, 150 Alman komünistten oluşan bir grup II. Dünya Savaşı başlamadan Üçüncü Reich'tan SSCB'ye kaçtığında, Stalin onları Kasım 1939'da Hitler'e “hediye” olarak teslim etmek suretiyle bile bile ölüme mahkûm etti.
SSCB ve Üçüncü Reich, savaş boyunca birbirleriyle yakın bir işbirliği içinde hareket etti. 27 Kasım 1939'da Brest'te düzenlenen bir konferansta, her iki ülkenin güvenlik servislerinin temsilcileri, işgal altındaki bölgelerde Polonya’nın bağımsızlık örgütleriyle savaşmak için kullanılacak işbirliği yöntem ve ilkelerini tartıştı. 1940 yılının Mart ayında Zakopane ve Krakov’da NKVD ve SS subayları arasında iş birliğine ilişkin müteakip konferanslar düzenlendi. Bu konferansların konusu saldırmazlık değil, Polonya Cumhuriyeti vatandaşlarının tasfiyesine (daha doğrusu katliamına) ve Polonya'nın tamamen yok edilmesine yönelik ortak ve müttefik eylemlerin ne şekilde ifa edileceği oldu.
Stalin'in Polonya'nın bölünmesine katılımı ve Hitler'e sağladığı doğal kaynaklar olmasaydı, Nazi Alman suç makinesi Avrupa'nın kontrolünü asla ele geçiremezdi. Mühimmat yüklü son trenler 21 Haziran 1941'de, yani Nazi Almanya’sının müttefiklere saldırmasından sadece bir gün önce SSCB'den yola çıkarak Almanya'ya gitti. Hitler Stalin sayesinde yeni ülkeleri hiçbir bedel ödemeden fethederken, kıtadaki Yahudileri gettolarda hapsetti ve insanlık tarihinin en kötü suçlarından biri olan Holokost'un zeminini hazırladı.
Stalin doğuda suç eylemlerine girişti, ülkelere birbiri ardına boyun eğdirdi ve Rus Aleksandr Soljenitsin’in “Gulag Takımadaları” olarak adlandırdığı bir kamp ağı geliştirdi. Bunlar, komünist yönetime karşı çıkan milyonlarca muhalifinin öldüresiye işkence edilerek acımasızca yok edildiği kamplardı.
Henüz II. Dünya Savaşı patlak vermeden önce dahi vuku bulan komünizm suçları arasında 1920'lerin başında milyonlarca Rus'un açlıktan öldüğü, Ukrayna ve Kazakistan'da yaşayan milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan Büyük Sovyet Kıtlığı, çoğunluğu Rus olan yaklaşık 700.000 siyasi muhalifin ve sıradan SSCB vatandaşının öldürüldüğü Büyük Temizlik ve başta Polonya kökenli SSCB vatandaşlarının vurularak öldürüldüğü NKVD'nin sözde “Polonya Operasyonu” vardı. Çocuklar, kadınlar ve erkeklerin hepsi ölüme mahkûm edildi. NKVD verilerine göre, sadece "Polonya Operasyonu" sırasında 111.000'den fazla insan Sovyet komünistleri tarafından kasten vurularak öldürüldü. SSCB'de Polonyalı olmak, ölüm cezası ya da uzun yıllar sürgün anlamına geliyordu.
Sovyetler Birliği'nin 17 Eylül 1939'da Polonya'yı işgal etmesinden sonra aynı politika, 22.000'den fazla Polonyalı subay ve sivilin Katyn, Harkov, Tver, Kiev ve Minsk kentlerinde katledilmesi, Sovyet imparatorluğunun en ücra köşelerinde yer alan NKVD işkence odalarında ve çalışma kamplarında işlenen suçlar ile sürdürüldü.
Komünizmin en büyük kurbanları Rus vatandaşlarıydı. Tarihçiler sadece SSCB'de 20 ila 30 milyon kişinin öldüğünü tahmin ediyor. Her uygar ülkenin kucak açtığı, vatanlarına geri dönen savaş esirlerini bile SSCB’de ölüm ve çalışma kampları bekliyordu. SSCB onlara savaş kahramanı değil, vatan haini muamelesi yapıyordu. Sovyet Rusya'nın vatana dönen Kızıl Ordu askeri savaş esirlerine sunduğu “şükranları”, zorunlu çalışma kamplarında ve toplama kamplarında ölüm ve hapis cezasıydı.
Bütün bu suçlardan başta Josef Stalin olmak üzere komünist liderler sorumludur. II. Dünya Savaşı'nın başladığı tarihten seksen yıl sonra, bugünkü Rusya Devlet Başkanı siyasi amaçları uğruna Stalin'in itibarının iadesi girişimlerini başlattı. 20. yüzyıl tarihi hakkında temel bilgisi olan herkesin buna şiddetle itiraz etmesi gerekir.
Başkan Putin Polonya hakkında birçok kez yalan söyledi ve bunu kasıtlı olarak yaptı. Bu durum genellikle Moskova'daki yetkililerin eylemlerinden kaynaklanan uluslararası bir baskı hissettikleri zaman gerçekleşir. Ve bu baskı tarihsel sahnede değil, modern jeopolitik sahnededir. Son haftalarda, Rusya birkaç önemli girişiminde başarısız olmuştur: Belarus'u Rusya'ya tamamen tabi kılma girişimi sonuçsuz kalmış, AB’nin Kırım'ın yasadışı ilhakından sonra Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar bir kez daha uzatılmış, "Normandiya Formatı" adı altında başlatılan müzakerelerde de bu yaptırımların kaldırılması kararı alınamamış, ABD Kuzey Akım-2 doğalgaz boru hattı projesinin uygulanmasını önemli ölçüde engelleyen daha fazla yaptırım getirmiş ve diğer yandan da Rus sporcular dopingle ilgili olaylar nedeniyle dört yıl boyunca büyük uluslararası spor müsabakalarına katılmaktan men edilmiştir.
Başkan Putin'in bu sözlerini tam da bu siyasi başarısızlıklarını unutturmak için kullandığını düşünüyorum. Rus lideri, iddialarının gerçekle hiçbir ilgisi olmadığını ve Polonya'da Hitler veya Stalin'in anıtları olmadığını kendisi de çok iyi bilmektedir. Bu tür anıtlar toprağımızda ancak mütecavizler ve mücrimler- Üçüncü Reich ve Sovyet Rusya tarafından dikildiği zaman yer almıştır.
Dünya tarihindeki en zalim suçlulardan biri olan Stalin'in en büyük kurbanı olan Rus halkı gerçeği bilmeyi hak ediyor. Rusya’nın özgür insanlar ülkesi olduğuna ve Başkan Putin'in hükümeti her ne kadar Stalin’in itibarını iade etme girişimlerinde bulunsa da Rus halkının Stalinizmi reddettiğine inancım tamdır.
Cellatları kurbanlara ve işgal edilen ülkelerde zalimce işlenen suçların sorumlularını masum insanlara dönüştürmeyi asla kabul edemeyiz. Ölenler adına ve ortak geleceğimizin iyiliği için hep birlikte gerçekleri korumalıyız.
Mateusz Morawiecki
Bakanlar Kurulu Başkanı